Bİ+ ÇARŞAMBA: KADINLAR MI ERKEKLER Mİ?

Ergenliğimde tam bir Sex and the City fanıydım. Hatta bu diziyle büyüdüm bile diyebilirim. Her gerçek fan gibi dizinin tüm sezonlarını en az üç kere izledim, filmleri çıktığında heyecanlandım ancak dizi kadar güzel bulmayıp hayal kırıklığına uğradım. Filmler dizinin aksine yüzeysel ve klişelerle doluydu. Birkaç sene sonra dizileri arkadaşlarımla ve etkinliklerde çeşitli insanlarla tartışmaya başlayıp bu vesileyle bazı bölümleri tekrar izleyene kadar böyle düşünüyordum. Sex and the City’nin iyi bir dizi  olmadığını kabullenmem zor oldu, filmleri de beğenmememin sebebi, izlediğimde nispeten biraz daha “büyümüş”, bir şeyleri daha iyi öğrenmiş olmammış. Ergenlikte idealize ettiğimiz şeylerin bir bir ölmesi aslında güzel, gerçekliğe biraz daha yaklaşmış oluyoruz demektir. Geçenlerde Mantar bana en “efsooo” bölümlerden birini hatırlattı hayallerimdeki Carrie imajı tamamen yıkıldı.

 

Üçüncü sezonun dördüncü bölümünde Carrie biseksüel bir erkekle görüşür, bifobisi yüzünden aslında hoşlandığı biriyle görüşmeyi keser ve adamı da içinde bulunduğu çevreyi de “marjinal” ilan eder. Problemler bununla da sınırlı değil. Yaşçılık, çok aşklılığa karşı ayrımcı ve yargılayıcı görüşler, bifobi, homofobi, başkalarının hayatından mağduriyet çıkarma, hatta transfobi.. Ne ararsanız var! Sanki, “Ya biraz şu LGBT(LGBTİ+ demeyi bile beceremediklerini hayal ediyorum) konularında bir bölüm yapalım demişler ve akıllarına ne kimlik, ne deneyim geldiyse üstünkörü doluşturmuşlar gibi. 

 

Bölüm klasik Sex and the City tarzında, Carrie’nin bize bu bölümde maruz kalacağımız yargıların sinyallerini vermesiyle başlıyor. New Yorkluların her “uçukluğa” tanık olmuş, oldukça görmüş geçirmiş insanlar olduklarını anlatırken yine de kendilerini şaşırtmayı başaran bir sanat çalışmasından bahsediyor: Drag king fotoğraf sergisi. New York’lu modern insanlar olarak her şeye çok vakıf olmalarına rağmen  drag king deneyimi bu tayfa için pek uçuk kaçıyor. Aslında dananın kuyruğu daha bölümün başında kopuyor. Bu harika açılışa Samantha’nın çok bilmiş gözlemi “Kadınların erkek gibi giyinmesi şu ara çok popüler” bilgisiyle devam ediyoruz. 

 

 

Drag king konusu üzerinden akışkanlık hakkında yalan yanlış klişelerden biseksüellik üzerine klişelerle devam ediyor. Klasik “kız muhabbeti” yapılıyor, mevcut olan tüm stereotipleri beş dakikadan az bir sürede sıralayarak herhalde bir rekor kırıyorlar. Sinirime en dokunan kısım da Carrie’nin randevuya çıktığı adamın biseksüel olduğunu çok rahat ifade edişi karşısında sarsılması. Adamın sanki “Colorado’luyum.” der gibi davranmasını eleştiriyor. Özür falan mı dileseydi bir de! Zaten “Sorun olur mu?” diye sormuş, (ki bence bu bile fazla). Eğer karşımızdaki kişi, Miranda gibi, sorun olacağından böylesine eminse bunu o söylemeli, sorumluluğunu almalı, biz de “ok, bye” deyip bu sorunuyla onu baş başa bırakabilmeliyiz zaten. Bu diyalog bana, ilişki kurduğum insanlardan tolerans veya onay beklemeliyim mesajını veriyor. Ha tabii eğer güzel öpüşüyorsam benim de date’lerim Carrie gibi beni kabullenmeye uğraşabilir?

 

Neyse ki Samantha sağolsun yine içimizi rahatlatıp o jenerasyon hakkında engin bilgiler paylaşıyor. Cinsel deneyimle dolup taşıyorlarmıs, tüm “çocuklar” biseksüel takılıyormuş. Hangi jenerasyon, hangi çocuklarsa artık, anlıyoruz ki onlar bi tuhaf ama Samantha “trisexual” olduğu, yani yalnızca bir kere birşeyler denediği için cool ama biz tuhaf olmaya devam… Karakterlerimiz, üniversite yıllarında deney tahtası olarak gördükleri kişilerin hayatlarının devamında nasıl ilişkiler kurduğu üzerine varsayımları akademik araştırma raporu sunar havada değerlendirdikten sonra başkalarının hayatından mağduriyet çıkarma seansını tamamlıyorlar.

 

Sohbetin sonunda beyaz cishet kadınların “düzgün” erkek bulamama sorununu biseksüellere yükleme işlemini tamamladık. Hafıza kartında yer veya mecal kalan izleyiciler olarak biseksüelliğin eşcinselliğe giden yolda örülmüş taşlar silsilesi olduğunu bilgisini de güncelledik, hatta sırf espri olsun diye Ricky Martin’e de o yoldan elimize geçen bir taşı da salladık. Biseksüeller tuhaf, karakterlerimiz beyaz atlı prensini arayan mağdurlar hikayesini pekiştirdik.

 

Carrie’nin dating hikayesinin sonu hepimizin malumu; bu sohbetten daha farklı bir yere bağlanmadı. Bu “oyunu” oynayabilir mi diye bizimle birlikte sorguladı, sağ olsun bize kalbini açtı. Ama beklediğimiz üzere “oynayamadı”, cinsiyet kimliği artık demode mi oldu diye sordu ama cevabını bulmaya da gerçekten uğraşmadı. Kendi yöneliminin mutlak doğru olduğunu iddia etmiyormuş gibi yaparken finalde başa döndük. Alanis Morissette’le öpüşüp içimize bir “ah keşke” ekmekle kalmadı, bir de bunu beğenmemeyi marifet ilan etti. Yani tamam beğenme de, beğenenleri niye abuk sabuk laflarla etiketliyorsun?. 

 

En sinir olduğum detay da içinde bulunduğu ortamın kendisi için bir ilk olduğunu küçümseyen bir tonda belirtmesi. Yani otuz küsür yaşında, o cool New Yorklu sıfatını taşıyan, cinselliğini ve romantik ilişkilerini özgürce yaşayan, bu konularda gazetede yazı yazan ve otobüs reklamlarında malum olduğu üzere seks hakkında ne konuşmaktan ne de sorular sormaktan çekinen Carrie, hepsi hepsi birileri eski sevgilisiyle arkadaş kalabiliyor veya açık ilişki yaşıyor diye şoktan şoka koşuyor, ortamı bambaşka bir evrenmiş gibi tarif ediyor. Biseksüelliğe mi sallasın, çok aşklılığa mı ilişki anarşisine mi, karar veremiyor. Ah Carrie! Sen benim rol modelimdin. Ben cinsel özgürleşmeyi ilk senden öğrenmiştim! 

 

 

Şaka bir yana, Sex and the City içinde büyüdüğüm ortamda elime geçen ilk ve o yaşım için en büyük feminist öğreti idi diyebilirim. Keşke feminist bir yaşam sürmeyi ve kendi cinsel devrimimi yapmayı daha doğru kaynaklardan öğrenebilmiş olsaydım ama Türkiye’de büyüyen biri için bunun bile bir şans, en azından iyi bir başlangıç olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Neyse ki aktivist dünyayla ve iyi kaynaklarla tanıştım da bu öğreti küçük bir başlangıç adımı konumunu aldı diyerek, olumlu bir bakış açısıyla bitirmeyi tercih ediyorum. Belki de Adana’nın bozuk kaldırımlarında topuklu ayakkabıyla yürüme mücadelesi vermeden bu işte bir terslik olduğunu anlamak benim için mümkün olmayacaktı, kim bilir.

 

Armut

Leave a Comment

Your email address will not be published. Required fields are marked *

Scroll to Top