Hem dünyanın hem de kendinin esirgediği şefkati gösterdin mi?
Onu dolaba soktuğumda yedi yaşındaydım. O günü hatırlıyorum. Sonraları yer yer, ara ara çatlaklardan sızar gibi sızdı hayatıma. Ama asla rahat rahat, akışına bırakarak değil. O beklenmedik, uygun görülmeyen, cık cık’lanandı; kadınlık da sürekli beklenen, pohpohlanan… E ne yapacağız şimdi? Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık!
Kendimce bir yol buldum ama beni mutlu etmedi. Feminenliği alkışları almamak için performe etmedim, maskülenliği de uyarılara maruz kalmamak için. Ne herkesin onaylayacağı gibi olmak istedim ne kınayacağı gibi, kendimi kimseye göre şekillendirmek istemedim ama kendi istediğim gibi de şekillendiremedim. Neticede, bakıyorum ben ne bendeki kadını ne adamı sevemedim.
Şaşırtıcı değil. Çünkü biri olmayınca öbürü de olmuyor işte. Eksik kalıyor ve ben, ben değilim de bir başkası sanki…
Ayrı değiller, aynı da değiller. İkisinin arzularının aynı kişide örtüştüğü de oluyor, ayrı ayrı yönlere aktığı da…
Büyüdükçe de dertleri bitmiyor. Kendimi daha da iyi anlamaya başlayıp ifade etmeye çalıştığım zaman “Ben seni kadın olarak görüyor ve beğeniyorum” ile “Eee ne zaman hormona başlıyorsun?” arasına sıkışıp kalıyorlar.
Peki, bugün içimdeki adam için ne yaptım? Gömüldüğü yerden çıkardım onu. Yeniden tanışma vakti, hem dünyayla hem kendiyle… Sanırım biraz sersemledi ve ışıklar gözünü alıyor şimdi.
Bu da böyle bir açılma hikayesi…
Avokado
Photo by Rosemary Ketchum from Pexels